Gazetecinin Haber, Kanı, Bilgi ve Düşünceleri Yorumlalama ve Eleştirme Hakkı

Gazetecinin Haber, Kanı, Bilgi ve Düşünceleri Yorumlalama ve Eleştirme Hakkı

Gazetecinin Haber, Kanı, Bilgi ve Düşünceleri Yorumlalama ve Eleştirme Hakkı - Tuşalp Türkiye Davası

Basın Özgürlüğü

Yazarların topluma karşı önemli sorumluluklarından biri olan eleştiri, özellikle basın faaliyetleri üzerinden devlet yönetimi, toplumsal olaylar, hükümet politikaları ve kamu gücünü kullananların davranışları gibi konuları işlemektedir. Bu nedenle, basın aracılığıyla yapılan eleştiriler, siyasi partilerin, hükümetlerin ve kamu gücünü kullananların tepkisiyle karşılaşmaktan kaçınamaz. Yazarlar, eleştirilerinde ve olayları yorumlamada güvence altında olmalıdır. Basın özgürlüğü, eleştiri ve yorumları içererek, halkın siyasi liderlerin fikirlerini keşfetme ve kendi görüşlerini oluşturması açısından önemli bir araçtır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ( AİHM) özgür bir siyasal sistemin, devletin eylem ve işlemlerini, basın ve kamuoyunun etkili bir şekilde denetleyebilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Basının, devletin faaliyetlerini eleştirel bir şekilde inceleyerek, kamuoyunu bilgilendirme ve şekillendirme görevi, demokratik bir toplumda önemli bir rol oynamaktadır. AİHM bu tür bir denetimin demokratik bir toplumda etkili ve önemli bir mekanizma olduğunu belirtmiştir.

Siyastçinin Eleştirilere Katlanma Yükümlülüğü - Siyasetçinin Kişilik Hakları

AİHM'nin eleştiri ve yorum hakkına dair önemli içtihatlarından biri, kamu görevini ifa eden kişilerin -özellikle askerler, siyasiler ve yargıçlar gibi kişilerin- yaptıkları eleştirilere veya kendileri hakkında yapılan eleştirilere, farklı bir değerlendirme kriteri uygulanıp uygulanmaması gerekliliği soruları üzerinde oluşmuştur. Bu iki soruyu aydınlatıcı niteliğe sahip olarak, Castells / İspanya davasında milletvekillerinin daha fazla ifade özgürlüğüne sahip olduğu belirtilmiş, öte yandan, Lingens/Avusturya davasında ise politikacıların daha fazla eleştiriye maruz kalabileceği vurgulanmıştır.

Bu genel değerlendirmelerden sonra, basının bilgi ve düşünceleri yorumlama ve eleştirme hakkına değinmek maksadıyla “Tuşalp Türkiye Davası” incelenecektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargılamasına konu olan bu dava, toplumu ilgilendiren konularda, siyasi tartışma yaratan haber içeriklerinin, demokratik bir toplumun gerekliliğini oluşturması, siyasetçilerin normal vatandaşlara göre eleştiriye katlanma yükümlülüklerinin daha yüksek olması kriterini aydınlatır niteliktedir.

Pek tabii, basın özgürlüğü sınırsız değildir ve sınırları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinin 2. fıkrası ile belirlenmektedir. Madde metni şu şekildedir:

Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanımı, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.

AİHS 10/2’de belirlenen 'başkalarının şöhret ve haklarının korunması' ilkesi, özellikle Türkiye'de yazılı, görsel ve sosyal medya aracılığıyla işlenen “hakaret” ve Cumhurbaşkanına Hakaret suçlarının artışı açısından da önem arz etmektedir. Tuşap-Türkiye davası, siyasetçilerin normal vatandaşlara göre eleştiriye katlanma yükümlülüklerinin daha yüksek olması kriterini ortaya koyarken, aynı zamanda burada bahsedilen başkalarının şöhret ve haklarının korunması yönünden basın özgürlüğünün sınırlandırılabilirliğine de açıklık getirecektir.

Tuşap Türkiye Davası

Olay:

Karara konu olan olayda 24 Aralık 2005 tarihinde Birgün adlı gazetede, başvurucu yazar tarafından yazılmış “İstikrar” başlıklı bir makale yayımlamıştır. Makale özetle şu şekildedir: “İstikrar Sözlükteki anlamını yitirip mide bulandıran bir sözcük oldu. Başbakandan bakanlara, devlet ve siyaset adamlarının diline dolandı. İstikrarla yatan, mutabakatla kalkıyor. "Soygun ve vurgun için" koruyucu / kollayıcı bir kalkan gibi kullanılıyor. Karada, havada, denizde her fırsatta istikrardan ve mutabakattan söz ederek "din eksenli bir rejime sıçramanın" önü açılmak isteniyor. Kısaca Başbakan ve adamlarının baş koydukları "ılımlı rejimin anahtar sözcüğü" öncelikle istikrar oluyor. Konuşmayan, karışmayan bir toplum özlemiyle yönetimdeki istikrar, temsilde adaletten başlayarak, hak ve özgürlüklere, bağımsızlığa, eşitliğe, çağdaşlığa, katılımcığa, çoğulculuğa ve de son örneğiyle hukuka feda ediliyor. Diğerlerine gerek yok onlara yönetimde istikrar yetiyor

İlk Derece Mahkemesinin Kararı:

2 Ocak 2006 tarihinde T.C Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yukarıda özet geçilen makalenin kişilik haklarına saldırı niteli taşıdığından bahisle başvuran ve yayınevi aleyhine tazminat davası açmıştır. Başvurucu yazar söz konusu tazminat davasının görüldüğü 7. Asliye mahkemesi nezdinde, söz konusu makalenin amacının Başbakan’a hakaret etmek değil, onu eleştirmek olduğunu ileri sürmüştür. Makalesinin, Başbakan’ın verdiği röportajlara bağlı olarak okunması gerektiğini söylemiştir. Bu konuda, Başbakan tarafından verilen iki röportajdan ve Adalet Bakanlığı tarafından yapılan bir basın açıklamasından alıntılar yapmıştır. Bu alıntıların içeriği Türkiye’de istikrar ve olumlu etkilerine, Türkiye’de ifade özgürlüğü ve yargının bağımsızlığına atıfta bulunmuştur. 6 Aralık 2006 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi başvurana ve yayınevine müştereken; Recep Tayyip Erdoğan’a 5000 Türk lirası, artı makalenin yayımlandığı tarihteki resmi faiz oranı tutarında tazminat ödemesi hükmünü vermiştir.

Yerel Mahkeme kararında aşağıdaki parçaları ele almıştır: *istikrar sözlükteki anlamını yitirip mide bulandıran bir sözcük oldu. Başbakandan bakanlara, devlet ve siyaset adamlarının diline dolandı… Ama hiç kimse meraklanmasın. İstikrar devam ediyor. Başbakan ve adam*ları istikrarlı bir biçimde saçmalıyor… Başbakan ve adamları istikrarlı bir biçimde küfretmeyi sürdürüyor. Başbakanın dilinde istikrarın artık ayrı bir anlamı var. Başbakan hangi koltukta oturduğunu unutup, her fırsatta usta bir ihbarcı olduğunu kanıtlıyor……

Yerel mahkeme, mevcut davada, makalede bahsedilen görüşlerin kabul edilebilir eleştirinin sınırını aştığı, şekil ve içerik arasında hiçbir uyum olmadığı, içeriğin eleştiri konusunun ötesine gittiği ve kullanılan sözcüklerle davacının kişisel haklarına haksız saldırı yapıldığı yönündeki görüşlerini belirtmiştir. Hükümet, makalelerin içeriğinin, kabul edilebilir tarafsız eleştirilerin sınırını aştığını ileri sürmüştür, çünkü yazar, bir düşünce ifadesi olarak kabul edilebilecek olanlardan uzak olan belirli ifadeler kullanmıştır. Bu nedenle, Hükümetin bakış açısıyla, makaleler, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın onuruna, itibarına ve saygınlığına karşı bir saldırı oluşturmuştur. Hükümet, politikacılar hakkında kabul edilebilir eleştirilerin sınırının daha geniş olduğunu kabul etmiştir. Ancak, AİHM kararlarına atıfta bulunarak, özellikle Bralisier/Fransa davası (no. 71343/01, 11 Nisan 2006), Lingens/Avusturya davası (8 Temmuz 1986, Seri A no. 103), Vides Aizsardzibas Klubs/Letonya davası (no. 57829/00, 27 Mayıs 2004), ve Oberschlick/Avusturya davası (no.2) (1 Temmuz 1997, Karar ve Hükümlerin Raporları 1997 – I), Madde 10 § 2’nin, diğerlerinin itibarının korunmasına olanak sağladığını ve bu korumanın ayrıca politikacılara da uzandığını belirtmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararı:

Mahkeme müdahalenin, Madde 10§2’nin anlamı dâhilinde başkalarının itibarını ve haklarını koruma meşru amacını izlediğini öne sürmektedir.

Demokratik toplumda gereklilik yönünden ise mevcut davada başvuranın gazeteci / köşe yazarı olduğu açıklanmış ve onun tarafından yazılan kuşku uyandırıcı makalelerin günlük bir gazetede yayımlanmakta olduğu söylenmiştir. Bu makalelerde başvurucu gazetecinin güncel olaylar ile ilgili fikir ve yorumlarının bulunduğu, makalelerin üst düzey politikacılar ve önemli kişilerin iddia edilen yasadışı eylemleri ve yolsuzlukları ve Başbakan’ın bazı olaylara karşı göstermiş olduğu agresif tutumlar ile ilgili olduğuna değinilmiştir. AİHM başvurucu yazarın değindiği bu siyasi konuların işlenirliğine: “halkın bilgilendirilme hakkının bulunduğu demokratik toplumlarda önemli konulardır ve siyasi tartışma kapsamında görülmektedir. Mahkeme bu bağlamda basının demokratik toplumlarda önemli bir işlevi olduğu… ifadeleri ile işaret etmiştir. AİHM “Her ne kadar özellikle kişilerin itibarı ve hakları konusunda belli sınırları aşmaması gerekliyse de, basının görevi halkı ilgilendiren tüm konularda sorumlulukları ve görevleri ile uyumlu olarak bilgi ve fikirleri yaymaktır. Gazeteci özgürlüğü, abartı veya hatta provokasyon derecesine olası bir başvuruyu da içerir.” Ifadeleri ile basının bilgi ve fikirleri yayma görevini icra ederken gazetecinin özgürlüğünün povokasyon düzeyine ulşabileceğini belirtmiştir.

“Gazeteci Özgürlüğü, Abartı veya Hatta Provokasyon Derecesine Olası Bir Başvuruyu Da İçerir.”

AİHM söz konusu davada davacı olan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ının kabul edilebilir eleştirinin sınırları bir politikacı için normal bir bireyden daha geniş olduğunu vurgulayarak, bir politikacının daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiğine değinmiştir. AİHM yazarın sert eleştirilerini, hicivsel bir dil kullanarak ve kendi politik görüşleriyle ve algılarıyla süsleyerek iletmeyi tercih etmesine yönelik olarak, 10. Maddenin sadece “zararsız ve ilgilenmeye değmez olarak görülen bilgi veya “fikirler”e değil, aynı zamanda, “rahatsız eden, şaşırtan veya gücendirenlere” de uygulanabileceğini ifade etmektedir. Bu ifadeler var olmadan, “demokratik bir toplum” un söz konusu olamayacağı ve bunların çoğulculuk, hoşgörü ve geniş fikirliliğin talepleri olduğu açıklanmıştır. Gücendirici ifadenin tek niyetinin hakaret etmek olması gibi durumlarda, ifade kontrolsüz aşağılama ile sınırlıysa, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez ancak bunu dışında ,kaba ifadeler tek başına gücendirici bir ifade olarak değerlendirilmemektedir…

Sonuç olarak, AİHM söz konusu makalelerdeki çeşitli sert ifadelerin, özellikle yerel mahkemeler tarafından vurgulananların, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı saldırı niteliği taşımadığı kanısına varmıştır. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında, AİHM, yerel mahkemelerin Başbakan’ın kişilik haklarını ,başvuranın haklarının üzerine çıkarmak amacıyla zorunlu sosyal ihtiyacı ortaya koyma konusunda ve kamu yararıyla ilgili durumlarda basın özgürlüğünü destekleme konusunda başarısız olduğu sonucuna ulaşmıştır. Başvuranın ifade özgürlüğünü kullanmasına müdahale edilmesinin, demokratik bir toplumda, diğerlerinin itibarının ve haklarının korunması için gerekli olarak görülemez olduğu vugulanmıştır ve Sözleşme’nin 10. Maddesinin ihlaline yönelik karar verilmiştir.

Sonuç

Basın, demokratik toplumların yasama, yürütme ve yargı erklerinin yanında adeta dördüncü bir güç olarak, demokrasinin vazgeçilmez yapı taşlarından biridir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bakış açısıyla, basın özgürlüğü temel haklar ve özgürlükler kapsamında büyük önem taşımaktadır. Halkın yaşanan olaylardan haberdar olması ve kamunun aydınlatılması, AİHM tarafından demokratik toplumun temel unsurlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Bununla birlikte, ifade özgürlüğü mutlak bir hak olmayıp, kamunun güvenliği, suç işlemenin önlenmesi, genel ahlak ve sağlık gibi kamusal menfaatler ile başkalarının kişilik haklarının korunması gerekliliği çerçevesinde belirli sınırlamalara tabi olabilir. Ancak bu sınırlamalar, kanuni dayanağa sahip olmalı, meşru bir amaç taşımalı ve demokratik bir toplumda gerekli olma şartlarını karşılamalıdır. Ayrıca, ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerektiği unutulmamalıdır.

Son günlerde Türkiye'de basın mensuplarına yönelik gözaltı ve tutuklama uygulamalarının artması, ifade özgürlüğü ile hukukun üstünlüğü ilkelerine ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Anayasanın 26. maddesi ile Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 19. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddeleri ifade özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Medyanın kamuoyunu bilgilendirme işlevini yerine getirmesi ve toplumun haber alma hakkını sağlaması, demokratik bir toplumun temel gerekliliklerindendir.

Ancak, gazetecilerin yargı tehdidine maruz kalmaları, gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları, demokratik bir toplumun sağlıklı işleyişi açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Son dönemde Anayasa’nın 19. maddesi ve ceza yargılaması usul kurallarını ihlal eden soruşturmalar ile ölçüsüz koruma tedbirleri, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusundaki kaygıları artırmaktadır.

Bu bağlamda, hukukun üstünlüğüne dayalı bir toplumda, bağımsız ve tarafsız yargının, bireyin ve toplumun temel güvencesi olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Kaynakça:

Baykan, Metin, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında Basın Özgürlüğü” Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Konya, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Anabilim Dalı

Tuşalp -Türkiye Davası T.C. Adalet Bakanlığı, 2012., Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı

Dominika Bychawska-Siniarska Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması, Uygulamacılar İçin El Kitabı

Macovei,Monica, Avrupa İnsan Hakları Sözlemesi’nin 10. Maddesi’nin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz İnsan Hakları El Kitapları, No.2